Yaparak Yaşayarak Öğrenme Hangi Eğitim Felsefesi?
Bir düşünceyle başlayalım: “Gerçekten bir şeyi öğrendiğini nasıl anlarsın?” Bir kavramı ya da beceriyi yalnızca kitaplardan okumakla, o kavramı gerçek hayatta uygulamak arasında bir fark var mıdır? Etik, epistemoloji ve ontoloji gibi felsefi alanlar, bu tür sorulara ışık tutabilir. Öğrenmenin doğası üzerine düşünürken, aslında yaşam ve bilgi arasındaki ilişkiyi de sorgulamış oluruz. Eğer bir insan sadece teorik bilgiyle değil, deneyimle öğrenirse, bu durum epistemolojik olarak ne anlama gelir? Öğrenme sürecinde ne tür etik ikilemlerle karşılaşabiliriz? Ve nihayetinde, öğrendiğimiz şey gerçekten bizim mi olur, yoksa deneyimden arta kalan bir iz midir?
Bu yazıda, yaparak yaşayarak öğrenme pratiğini, felsefi bir bakış açısıyla inceleyeceğiz. Bu tarz bir öğrenme sürecinin hangi eğitim felsefeleriyle örtüştüğünü keşfedecek ve aynı zamanda çağdaş eğitim sistemlerine dair bazı felsefi tartışmalara da ışık tutacağız.
Etik Perspektiften: Öğrenme ve İnsan Olma
Etik, doğru ve yanlışla ilgili soruları gündeme getirirken, aynı zamanda bireyin toplum içindeki rolünü de şekillendirir. Yaparak öğrenme sürecinde, öğrenci sadece pasif bir alıcı değil, aynı zamanda aktif bir katılımcıdır. Bu, öğrenciye kendi sorumluluğunu, kararlarını ve eylemlerinin sonuçlarını öğretir. Etik açıdan bakıldığında, yaparak öğrenme, bireyin sorumluluğunun arttığı ve kendi eylemleriyle doğrudan ilişki kurduğu bir öğrenme biçimidir.
Jean-Jacques Rousseau, “Emile” adlı eserinde, eğitimde doğal gelişimi savunarak öğrencilerin deneyim yoluyla öğrenmelerini öngörür. Rousseau’nun eğitimi, çocuğun doğasına dayalı ve onun gelişimine en uygun şekilde şekillendirilen bir eğitimdir. Yaparak öğrenmenin etik boyutu, bireylerin kendi sorumluluklarını üstlenmesi ve yanlışlardan öğrenmesi gerekliliğiyle paralellik gösterir. Rousseau’nun görüşleri, eğitimde bireyi merkezine alırken, aynı zamanda onun etik sorumluluğuna da işaret eder.
Diğer taraftan, yaparak öğrenmenin etik ikilemleri de vardır. Bu süreçte öğrenci, hatalar yapabilir, başarısız olabilir ya da yanlış kararlar verebilir. Buradaki etik soru şudur: Eğitim sisteminin öğrencilere bu tür hataları yapma özgürlüğünü tanıması ne kadar doğru ve gerekli bir şeydir? Bir öğretmen, öğrencilerine yalnızca doğruyu gösteren bir otorite mi olmalıdır, yoksa onların deneyim yoluyla kendilerine ait bilgiyi keşfetmelerine olanak mı tanımalıdır?
Epistemoloji Perspektifinden: Bilgi ve Deneyim
Epistemoloji, bilginin doğasını ve sınırlarını araştıran bir felsefe dalıdır. Yaparak öğrenme, epistemolojik olarak bilginin kaynağı ve doğruluğu hakkında derin soruları gündeme getirir. Birçok eğitim felsefesi, bilginin yalnızca kitaplardan öğrenilemeyeceğini savunur. Yaparak öğrenme, bu fikri destekler niteliktedir; çünkü bu süreç, bilginin teorik değil, deneyimsel bir temele dayandığını savunur.
John Dewey, eğitim felsefesi alanında yaparak öğrenme modelini savunan önemli bir figürdür. Dewey, eğitimin yalnızca bilgi aktarımı değil, aynı zamanda öğrencinin deneyim yoluyla öğrenmesi gerektiğini öne sürer. Dewey’in epistemolojisi, öğrenmenin pratik, doğrudan ve etkileşimli olması gerektiğini savunur. Dewey’in yaklaşımına göre, öğrenme yalnızca bilgi edinme süreci değil, aynı zamanda bu bilgiyi yaşamla, toplumsal bağlamla ilişkilendirme sürecidir. Onun için, deneyim ve etkileşim bilginin doğruluğunu pekiştirir. Bu felsefi görüş, bugünün eğitim sistemlerinde “öğrenme yoluyla deneyim” anlayışının temellerini atmıştır.
Bununla birlikte, epistemolojik açıdan, yaparak öğrenmenin sınırlamaları da vardır. Bu öğrenme biçimi her zaman herkes için geçerli midir? Her birey farklı bir hızda öğrenir ve bu durum, bazı öğrenciler için zorlayıcı olabilir. Bu bağlamda, bilgi ve deneyim arasındaki ilişki, eğitimde ne kadar özgürleştirici olabilir? Bazı eleştirmenler, deneyimin kişisel ve öznel doğasının, nesnel bilgiye ulaşmada problem yaratabileceğini savunur. Epistemolojik olarak, bu tür bir öğrenme süreci, bireysel deneyimlerin daha genelleştirilebilir bilgilere nasıl dönüştürülebileceği sorusunu gündeme getirir.
Ontoloji Perspektifinden: İnsan ve Eğitim
Ontoloji, varlık felsefesi olarak bilinir ve varlıkların doğası ile ilgilenir. Eğitim ontolojisi, bireyin eğitimdeki varlık durumunu ve eğitimle ilişkisini sorgular. Yaparak öğrenme, öğrencinin varlık anlayışını doğrudan etkiler. Bu tür bir öğrenme tarzı, öğrencinin yalnızca bilgiye sahip olmasını değil, aynı zamanda bu bilgiyle etkileşim kurarak “var olmasını” savunur.
Paulo Freire, “Eğitimde Özgürlük” adlı eserinde, öğrenciyi sadece bir alıcı değil, aynı zamanda bilgiye katkıda bulunan bir varlık olarak tanımlar. Freire’nin pedagojik yaklaşımında, öğrencinin yalnızca bilgi almakla kalmayıp, kendi düşünce süreçlerini geliştirmesi ve öğrenmeye katkıda bulunması önemlidir. Yaparak öğrenme, Freire’nin pedagojisiyle uyum içindedir; çünkü bu süreç, öğrencinin hem bilgi hem de eylem yoluyla öğrenmesini sağlar. Bu, eğitimdeki varlık anlayışının dönüşümünü ifade eder.
Ontolojik açıdan, yaparak öğrenmenin başka bir boyutu da, bu tür bir öğrenmenin insanın toplumsal bağlamdaki yerini nasıl şekillendirdiğidir. Öğrenci, toplumsal pratiklere katıldıkça, toplumsal yapılarla ilişkisini de yeniden kurgular. Bir toplumda yaparak öğrenmenin etkili olup olmadığı, bu toplumun değerlerine ve ontolojik bakış açısına bağlıdır. Ontolojik olarak, bir insanın “nasıl öğrenmesi gerektiği” sorusu, toplumsal bağlamda anlam kazanır.
Sonuç: Eğitimde Özgürlük ve Hata Yapma
Yaparak yaşayarak öğrenme, sadece eğitimde bir yöntem değil, aynı zamanda bireylerin toplumsal bağlamdaki rollerini sorgulamalarına ve kendi varlıklarını anlamalarına olanak tanır. Bu eğitim modeli, felsefi açıdan bakıldığında, bireylerin bilgiye yaklaşımını, etik sorumluluklarını ve toplumsal bağlamdaki varlıklarını yeniden düşünmelerini gerektirir. Ancak, bu modelin tüm öğrenciler için ne ölçüde uygulanabilir olduğu, hala tartışılmaktadır.
Bir öğrenci, yaparak öğrenme sürecinde başarısız olabilir, hatalar yapabilir, ancak bu hatalar öğrenmenin ayrılmaz bir parçasıdır. Peki, bu noktada etik sorumluluklar devreye girmiyor mu? Öğrencilere hata yapma özgürlüğü verilmesi ne kadar doğru? Bir eğitimci olarak, öğrencilerin bu tür özgürlükleri deneyimlemelerine nasıl yardımcı olabiliriz?
Bugün, eğitimin ne olması gerektiğine dair çeşitli felsefi yaklaşımlar arasında bir denge kurmak zorundayız. Yaparak öğrenme, özgürleşmenin bir aracı olabilir, fakat bu süreçte etik, epistemolojik ve ontolojik sorularla karşı karşıya kalmak kaçınılmazdır. Eğitim, yalnızca bilginin aktarılması değil, aynı zamanda bireylerin özgürleşmesi ve toplumsal yapılarla ilişkilerinin yeniden şekillendirilmesidir.
Sizce, günümüzde yaparak öğrenme gerçekten her bireye uygun bir yöntem mi, yoksa sadece belirli bir toplumsal bağlama mı aittir? Bu eğitim modelinde, öğrencilerin hatalar yapmalarına ne kadar izin verilmelidir?